Doğum Günlerinde Ağlamak: Kızlara Özgü bir Ritüel mi?
Bence doğum günlerine özel bir anda kalbi sıkıştıran o anlamsız hüzün daha çok konuşulmalı. Ortak paydamız.
Asla cinsiyetçi bir yerden değil, kesinlikle tatlı bir noktadan söylediğim bir kalıbım var: “Bazı şeyler yalnızca kızlar içindir.” Doğum gününde ağlama ritüeli bence tam olarak böyle bir şey. Bu belaya tutulduğumda yanılmıyorsam 14 yaşında falandım. İçimden nedensiz bir hüzünün taştığını, sebebini anlayamadığım için daha çok üzüldüğümü hatta sinirlendiğimi hatırlıyorum. Hoş, bunun yalnızca o yaşıma özgü olduğunu zannetmiştim ve bunun yıllar boyunca devam edeceğini; diğer kızların da yaşadığını bilmiyordum. Birçok kadın için evrensel bir deneyimmiş meğer.
“Mumları üfle,’’ dediler. Direndim.
Buna bir son vermek için ilk olarak pasta üflemeyi reddettim. (Aslında bebekken mum üflemeye bayılırmışım o yüzden aile içinde kesilen tüm pastalar sahibinden bağımsız bana üfletilirmiş. Bkz.: ‘‘Alkış kızıma.’’) Ben yaz çocuğu olduğumdan doğum günlerim hep tatillere denk gelir. O sene de anneannemlerdeyken yakalanmıştım, lise birinci sınıfın yaz tatiliydi. Hayatımdaki hiçbir şeyin istediğim gibi olmaması, bulunduğum yerde bir türlü uyumlanamamam, kısaca liseye giden genç bir kız olmam yüzünden kendimi berbat hissediyordum; ancak sebebini o zaman anlayamıyordum tabii.
Günü gayet güzel bir şekilde idare ettim, akşama kadar pasta yoktu çünkü istemediğimi söylemiştim. Kafamı dağıtmak için bir şeylerle uğraşıyordum. Sonrasında tabii ki bir sürpriz yapıldı; dedem benim için pasta almıştı. (Ağlama emojisi koymamak için ne kadar zor durduğumu bir bilseniz.) Tüm kutlama boyunca istemeden surat astım, sonrasında da “Neden suratımı astım ki, dedem üzüldü,’’ diye tüm gece boyunca hıçkıra hıçkıra ağladım. Üzerinden 7 yıl geçmiş olmasına rağmen, sevdiğim birini istemsiz şekilde üzdüğüm benzer bir senaryoda yine aynı şekilde davranacağımı bilmek, kişilik gelişimimin sıfır olduğunu mu gösterir?
On altıncı doğum günüm için ise çok heyecanlıydım. “Sweet sixteen” gibi bir olaydan haberdardım, milyon kez 16 Wishes izlemiştim ve tamamen hazırdım buna. Artık ağlamak yoktu. Çareyi bu sefer sarhoş olmakta buldum ve şöyle söyleyeyim: işe yaradı. İlk kez sarhoş olmuştum, birkaç bira ve bir kadeh şarap içtiğimi hatırlıyorum. Tüm gece boyunca çişimi yapmakla meşgul olduğum için ağlamaya vakit kalmamıştı. Ayrıca sarhoşken ilk önce hisli, sonrasında “sersem” birisi olduğumu keşfetmiştim: O zamanlar aşkından yerlerde süründüğüm ilk eski erkek arkadaşımı özlediğim için ağlamış, çocuğun üzerine kuzenimle iddiaya girmiş, sonrasında da mekanda şarkı söyleyen müzik grubundaki birkaç havalı insanla tanışmıştım. Hala Instagram’da takipleşiyor olmamız ve onları hala çok havalı buluyor olmam birçok noktayı doğru hatırladığımın kanıtı.
Senede bir tane doğum günü İNANILMAZ az.
Doğum gününde tüm hayatlar sana adansın, herkes seni mutlu etmek için seferber olsun, her girdiğin odada konfeti patlasın, bir dediğin iki olmasın istiyorsan eğer, bil ki bunda yanlış hiçbir şey yok. Ben de birebir aynılarını istiyorum. Bu seneki kutlamam için davetiyelerimin arkasına quiz hazırlamayı bile düşündüm. Sorular şu tarzda olacaktı: İdil’de en sevdiğiniz özellik, neden tüm dünya İdil’i konuşmalı falan gibi şeyler.
Biz böyle düşünürken ağlamamıza giden yollardan biri açılıyor: hayal ve gerçek çatışması. İnsanın özellikle böyle özel zamanlarda başkalarının da halihazırda akmakta olan bir hayatının olduğunu kabullenmesi bir tık zor olabiliyor. “Beni çok seviyorsunuz madem, neden hediye olarak hepiniz ismimi dövme yaptırmadınız yani?”
Yaşlanma korkusu mu diye de düşündüm ama bunu hiç umursamayan kızlarda da olan bir durummuş. Dünyaya gelen büyüyor maalesef. Ben artık korku kotamı da doldurdum, saçımda beyazlar var; hiç şakası kalmadı işin. Cepteki yaşama eklenen yeni ve başına neler geleceğinin belirsiz olduğu bir zaman dilimi var ortada; onun ağırlığından mı ağlıyoruz acaba? Çok şey yaptım ve hiçbir şey yapamadım hissiyle gelen duygu karmaşası yüzündendir belki.
Bir de haber beklediğiniz biri varsa doğum gününüzde… Aman diyeyim! O kadar korkunç hikâyeler dinledim, kalp kırıklıkları yaşadım ama hala, bazen hoşlandığım kişiden aldığım tek bir mesaj bile günümün akışını balla kesebiliyor veya daha da mahvediyor. Boşuna demiyorum; bir erkeğin ruh halinizi etkilemeye başladığını hissederseniz, oradan topuklayın hanımlar. Teoride inanılmaz basit, pratikte imkansız. Aşık olmuşsun bir kere, biraz zor topuklarsın.
Çok güçlü bir kızım: Artık ağlamıyorum
Benim ağlamalarım bir yerde durdu. Çok büyük beklentilere kapılmadığımda gayet hafif atlatabilir oldum. Bu süreçte çok ter döktüm, çok kan kaybettim tabii, orası ayrı. Her sene bir şeyler feda ettim: kuzenimin Danimarka’da okurken bana yolladığı, dünyanın en süslü, en güzel iki kutu mumu (17. yaşım); akıl sağlığım (18. yaşım); şıpsevdi ve saf aşık halim (en azından bir süreliğine, 19. yaşım); ve son olarak utangaçlığım (20. yaşım). Bu sene neyi feda ettiğimi bilmiyorum açıkçası. Doğum günü partimden sonraki ilk yazıma size küçük bir not olarak yazarım, aklınız kalmasın.
O anki hissimizi bile o anda paylaştığımız biiir sürü insan var, bu demek oluyor ki bu hüznü, bu ağırlığı, bu ağlama hissini bizden alabilecek veya bize yok olması için yardım edecek biiir sürü insan da var. Her yazının sonunu aşkın varlığına bağlamamak için hep kendimi tutmak zorunda kalacağım gibi görünüyor. Her yeni yaş bambaşka insanlar ve bambaşka deneyimler demek. Bunun gelişini ağlayarak veya ağlamayarak kutlamak bize kalmış.
Sevgilerimi ve iyi olan her şeyi sizlere yolluyorum, keyfimiz bol olsun!
Not: İkizler sezonunun sonuna yaklaşırken tüm gemini prenseslerine de buradan harika bir yaş diliyorum, biz bir takımız.
Okuduğun için teşekkürler 💋
xoxo, İdil
Selamlarr yine ben!! Bu yazına da o kadar katılıyorum ki... Bu platformda okuduğum en samimi dilli blogger'lardan birisin ve seninle sohbet ediyormuş gibi hissediyorum okurken. Bu yüzden, bildirimi daha önce görmüş olmama rağmen sakin bir ortama girmeyi bekledim okumak ve biraz düşünmek için. Uzun yorum yazmayı seviyorum galiba...
Ya ben açıkçası bu durumu tamamen gençliğe bağlıyorum. Bunu tamamen yaş olarak düşünmemeliyiz. Sonuçta insan kendini genç hissettiği ölçüde dinamik ve genç kalabilir, belki ruhunu özgürleştirebilir. Gençliği bir ateşe benzetiyorum ben (Asla özgün bir benzetme değil, evet). "Ateş düştüğü yeri yakar" derler ya, o hesap işte. Bir kere hissettin mi vazgeçemiyorsun ve yıllar akıp giderken o hissin de ilk önce bir kıvılcım gibi içine düşüşünü görüyorsun, sonra (özellikle ergenlikte) alevlenişini; birkaç yıl sonra yayılmayı bırakıp olduğu yeri yakmasını ve en sonunda kül oluşunu. Ama hep sıcak. Ölüme de bu yüzden bu kadar soğuk diyorlardır belki. Yolun sonunda, artık sönmeye yüz tuttuğunda "hiç yaşamamış olmayı fark etmemek istiyoruz."* Bu da ağlamak için yeterli sebebi oluşturuyor bize bence :)
Saçma bir mantık evet ama benim düşünce akışımın mükemmel olduğunu da iddia etmiyorum hiçbir zaman...
* Ölü Ozanlar Derneği'nden küçük bir alıntı :)
Görüşmek üzere 💓
okumak cokkk keyifliydii bayildim 💘 benim acimdan bu yil dogum gunumde ilk once tabii ki agladim ama sevdigim insanlar surekli bir yerden cikip surpriz yaptikca geberdim!! bir ikizler kadini olarak ilgiye bogulmaya bayilirim 😋 senin de bahsettigin gibi herkesin dogum gunumde pesimde pervane olmasi beni cok mutlu etti 🥳 bu aradaa simdiden dogum gunun kutlu olsuunnn, musmutlu yaslar<3 ikizler tutulmasii 💓